Avazım çıktığı kadar bağırarak başladım. Kollarımı uzattım,
hafif titreyerek, evet evet, hafif soluk benizle ve arayarak birilerini, öylece
beklemeden başladım. Aramak denildiğini çok sonraları öğrenecektim. Arıyordum,
yokluğun bende yarattığı rüzgârda, bir şeyleri. Birisi mutlaka olmalıydı, var
mıydı, ya da ben var mıydım? Gözlerim yumuktu, açsam şiddetli bir yumruk
yiyeceğimden korkuyordum. Yumruğa ışık adını vermiştim. Işığı yokmuş gibi
düşünmek istedim. Yoktu. Çünkü gözlerim sımsıkı kapalıydı, bedenim kilitliydi.
Ellerimle yokladım. Yokladım. Yoklardı. Avazım çıkmaya devam etti. Ben
vazgeçmeden nefesimi alıyor veriyordum. Alıyordum ve veriyordum. Hayattaki ilk
alışverişimdi. Bedelini sonraları öğrenecektim. Kıymetli nefesimin
alışverişlerinin bedelini. Çabucak geçtim. Ya da zaman çabuk gibi geçti. Ya da
her neyse geçsin istemiş de olabilirim. Öylece geçtim. Çömelerek, sesimi de
çömeltip, gözyaşlarımla devam ettim. İnci tanesini size tarif edemem ama
kıymetli olduğunu öğrenecektim. İlerledi, aktı, aktı yanaklarımdan dudaklarıma.
Aktı ve ben ellerimle sildim. Gözyaşlarımın uğurlandığı dakikaları bir merasim
gibi izledim. Yanağımdaki sıcağın aslında içimdeki duygu selinin tezahürü
olduğunu bilerek… Ağlamak, bir yumruğum çözümlenebildiğini hatırlatıyor.
Ağlamak, kışkırtıcı düğüm çözülmesi. Ağlamak, anlamanın şenliği. Ağlamak, az sonra
bahar geleceğinin müjdesi.
Koşarak yerlerini aldılar. Önüme dizildi duygularım. Ve
işte, tam ayakucumda, yüce insanlarım. Duygularım toplaştılar. Korku geldi
önce. Korku bir bıçak gibi mideme saplandı. Korkuyordum makamın yüceliğinden. Hırstan, endişeden, kaygıdan, başarısızlıktan
korkuyordum. İnsan olmaktan korkuyordum. Nefesim ritmini artırdı. Ben korkuyu
bir hücreden çıkartır gibi, bağıra bağıra doğurdum. Boşalttım hücrelerimi. Korkudan
arındırmayı öğrendim böylece. Korkuyu beklemenin ardına sığınmamayı öğrendim. Korkunun
da kendisinin korktuğunu ezber ettim. Kendimi ondan nasıl ayırabileceğimi
öğrendim. Bilginin zirvesiydi bu benim için. Kabına sığmaz bir duygu geldi,
yapıştı boğazıma. “korkmuyorum ulan!” demeyi başararak, başladım koşmaya,
duvarı aşarak kırlara. Gökyüzüne de olabilir, sonuçta bir metaforsa korku, beni korkutmaya çalışan; korkmuyorum ulanlı
bir geceden koşarak ayrıldım. Maviye, berraklığa, saflığa kim bilir, koşarak
sarılmayı öğrendim sonra. Yücelik
makamını selamlayarak… Bilmek istedim makamın insanda yarattığı duyguyu. Yücelik makamına yüceldim. Yücelmenin
ne tuhaf bir şey olduğunu anlamalıydım. Anlardım. Hazırdım buna. Duvara
tutundum. Hissetmeye çalıştım. Makamın objelerinde kaldım. Kaldım. Kalktım
sonra. Anlamadım. Niye? Yani niye? Bağım yoktu, kopuktuk birbirimizden. Ve niye
bu kadar zaman sonra anlıyordum anlamadığımı. Neyine güveniyordu bu makam?
Kimdi bu makam? Bir duygu da olabilir, geniş düşünün. Ben düşündüm. Bulamadım.
Siz bulun. Ben artık vazgeçtim.
Kalbime yücelmek. Yürümek mi demeliyim? Diyeyim. Kalbime
yürümek.
Yürüdüm. Baktım mavi. Baktım şeffaf. Baktım heyecanlı. Baktım
yürüyorum. Baktım nehir. Baktım cesaret. Baktım kabul. Baktım farkediş.
Çocukluğuma bakıyordum. Saflığıma. Benden doğan cesarete. Bir topluluk
karşısında konuşmama. Herkesin tüm hatalarımla beni olduğum gibi kabul edişine.
Ve benim onlardan korkmadan ilerleyişime. Ağzımdan çıkan sözlerin kalbimle
paralelliğine. Güven hissime bakıyordum. Kalbime yürüdükçe nasıl da güzel oluşuna
her şeyin. Baktım gözyaşım, sevinç. Baktım ellerimde çiçeklenen dostluklar.
Baktım sırtımdaki el melek. Baktım oturanlar yol arkadaşlarım. Baktım gökyüzü.
Baktım yerdeyim. Şimdi ve burada. Sonsuz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder