8 Mart 2020 Pazar

Özgüven.

Psikodramada benimle bağ kuran sevgili arkadaşlarıma ithafen...


Avazım çıktığı kadar bağırarak başladım. Kollarımı uzattım, hafif titreyerek, evet evet, hafif soluk benizle ve arayarak birilerini, öylece beklemeden başladım. Aramak denildiğini çok sonraları öğrenecektim. Arıyordum, yokluğun bende yarattığı rüzgârda, bir şeyleri. Birisi mutlaka olmalıydı, var mıydı, ya da ben var mıydım? Gözlerim yumuktu, açsam şiddetli bir yumruk yiyeceğimden korkuyordum. Yumruğa ışık adını vermiştim. Işığı yokmuş gibi düşünmek istedim. Yoktu. Çünkü gözlerim sımsıkı kapalıydı, bedenim kilitliydi. Ellerimle yokladım. Yokladım. Yoklardı. Avazım çıkmaya devam etti. Ben vazgeçmeden nefesimi alıyor veriyordum. Alıyordum ve veriyordum. Hayattaki ilk alışverişimdi. Bedelini sonraları öğrenecektim. Kıymetli nefesimin alışverişlerinin bedelini. Çabucak geçtim. Ya da zaman çabuk gibi geçti. Ya da her neyse geçsin istemiş de olabilirim. Öylece geçtim. Çömelerek, sesimi de çömeltip, gözyaşlarımla devam ettim. İnci tanesini size tarif edemem ama kıymetli olduğunu öğrenecektim. İlerledi, aktı, aktı yanaklarımdan dudaklarıma. Aktı ve ben ellerimle sildim. Gözyaşlarımın uğurlandığı dakikaları bir merasim gibi izledim. Yanağımdaki sıcağın aslında içimdeki duygu selinin tezahürü olduğunu bilerek… Ağlamak, bir yumruğum çözümlenebildiğini hatırlatıyor. Ağlamak, kışkırtıcı düğüm çözülmesi. Ağlamak, anlamanın şenliği. Ağlamak, az sonra bahar geleceğinin müjdesi.
Koşarak yerlerini aldılar. Önüme dizildi duygularım. Ve işte, tam ayakucumda, yüce insanlarım. Duygularım toplaştılar. Korku geldi önce. Korku bir bıçak gibi mideme saplandı. Korkuyordum makamın yüceliğinden.  Hırstan, endişeden, kaygıdan, başarısızlıktan korkuyordum. İnsan olmaktan korkuyordum. Nefesim ritmini artırdı. Ben korkuyu bir hücreden çıkartır gibi, bağıra bağıra doğurdum. Boşalttım hücrelerimi. Korkudan arındırmayı öğrendim böylece. Korkuyu beklemenin ardına sığınmamayı öğrendim. Korkunun da kendisinin korktuğunu ezber ettim. Kendimi ondan nasıl ayırabileceğimi öğrendim. Bilginin zirvesiydi bu benim için. Kabına sığmaz bir duygu geldi, yapıştı boğazıma. “korkmuyorum ulan!” demeyi başararak, başladım koşmaya, duvarı aşarak kırlara. Gökyüzüne de olabilir, sonuçta bir metaforsa korku,  beni korkutmaya çalışan; korkmuyorum ulanlı bir geceden koşarak ayrıldım. Maviye, berraklığa, saflığa kim bilir, koşarak sarılmayı öğrendim sonra.  Yücelik makamını selamlayarak… Bilmek istedim makamın insanda yarattığı  duyguyu. Yücelik makamına yüceldim. Yücelmenin ne tuhaf bir şey olduğunu anlamalıydım. Anlardım. Hazırdım buna. Duvara tutundum. Hissetmeye çalıştım. Makamın objelerinde kaldım. Kaldım. Kalktım sonra. Anlamadım. Niye? Yani niye? Bağım yoktu, kopuktuk birbirimizden. Ve niye bu kadar zaman sonra anlıyordum anlamadığımı. Neyine güveniyordu bu makam? Kimdi bu makam? Bir duygu da olabilir, geniş düşünün. Ben düşündüm. Bulamadım. Siz bulun. Ben artık vazgeçtim.
Kalbime yücelmek. Yürümek mi demeliyim? Diyeyim. Kalbime yürümek.
Yürüdüm. Baktım mavi. Baktım şeffaf. Baktım heyecanlı. Baktım yürüyorum. Baktım nehir. Baktım cesaret. Baktım kabul. Baktım farkediş. Çocukluğuma bakıyordum. Saflığıma. Benden doğan cesarete. Bir topluluk karşısında konuşmama. Herkesin tüm hatalarımla beni olduğum gibi kabul edişine. Ve benim onlardan korkmadan ilerleyişime. Ağzımdan çıkan sözlerin kalbimle paralelliğine. Güven hissime bakıyordum. Kalbime yürüdükçe nasıl da güzel oluşuna her şeyin. Baktım gözyaşım, sevinç. Baktım ellerimde çiçeklenen dostluklar. Baktım sırtımdaki el melek. Baktım oturanlar yol arkadaşlarım. Baktım gökyüzü. Baktım yerdeyim. Şimdi ve burada. Sonsuz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

GELEN MESAJ

Uzunca zamandır işlediği nakışı sehpanın üzerine bıraktı ve telefonuna gelen mesaja baktı. Yüzü ekşi bir tat almışçasına büzüştü ve kendin...