5 Ekim 2020 Pazartesi

ANLAMAK ÜZERİNE

 

Bir yandan babasının kucağında korunaklı kız çocukları. Bir yandan anne arketipinin hayatıma tezahürleri. Bir yandan boşluk. Koskocaman ve hiç dolmayan ve yuvarlandığım boşluk. Ellerimi açıp, kollarımı uzatıp ve gözlerimi de kapatıp etrafımda döndüğümde beni tutan hiç kimsenin olmadığı ve fakat bir o kadar da güvende hissettiğim boşluk. Güvenin merkezimdekiyle bir alakası olmalı.

Hızla tüketilen bir toplumda, aynaları bile öyle büyük bir iştahla kaplıyor ki bedenim. Her gün kendime sorduğum bir soruyla buluyorum kendimi: “iyi misin?” derin nefes. Nefesime odaklanarak “iyiyim. Ama şuram ağrıyor” diyorum. Mutlaka bir ağrıya uğurluyorum zihnimi. Bir ağrı bana uğurluyor iyileşme ritüellerini. Kendin olmakla ve kendinle olmakla kalakaldığım günlerimde, o hiç farkındalığı olmayan, merkezimden uzakta yaşadığım günlerimi anımsıyorum. Etrafımın sesi çığlık çığlığa beni boğarken, kalbimin ritmini dahi duyamadığım “elalem ne der?” kabuslarımda olduğum günlerimi anımsıyorum. Sahi ne çok yalnızmışım. Bir sürü kalabalık içinde. Ne çok kimsesizmişim. İhtiyacım olanın ne olduğunu dahi düşünmemişim. Sahi ihtiyacım neydi benim? Şimdi buldum mu? Bulabilir miyim?  İhtiyaç kalbin istediğinde önüne dizilen bir yemek masası gibi. Ya da burnunda tüten bir eski duygu. Ya da bedenimi ve ruhumu doyuracak bir nokta. Bir atış. Bir akış. Sığındığım heryerden beni boşluğa çıkartan his. Dönüp durduğum ve sonunda bulduğum “heh şimdi oldu” pozisyonlarım. Uğuldayan tepelerinde varlığımın ürküp sonra da yeniden “yok ya o öyle değildir, bir şeye ihtiyacım var” deyip farkettiğim zamanlarım. Sahi mümkün mü tam olmak, tamamlanmak? Belki de tamamlanmak diye bir şey yokken zihnim “vardır vardır” diyordur. Tüm bunları bana kim öğretti. Durmadan döndüren beni ne, hangi duygu? Özlem duydurtan, yutkunduran, rüyalarıma giren şey ne? Hangi duygu?

Körebe oynadığımda kikirdeyenlerin soluklarından kulağıma ilişenler gibi, gözlerimi kapatıp hayatın oyununa kendimi kaptırdığımda, varlığımındaki coşkuyu “yoklukmuş” gibi algılamaktan kendimi azad ediyorum.

Kendimi azad ediyorum. Yoksun yaşadığım baba kucağından kendimi özgürleştiriyorum. Kendimi kucağıma alıp dilediğim yere götürebilecek ve gün batımını izleyebilecek yetiye sahip zihnime teşekkür ediyorum. Aksi takdirde ömrüm hep acıyarak, üzülerek, hayal kırıklığıyla geçecektir. Farkediyor ve ilerliyorum. “Gölgesi yeter” dedikleri tabiri geri dönüştürüp aslıma rücu ediyorum.

Kendime şefkat  gösteriyorum. Yoksun yaşadığım  anne varlığından kendimi özgürleştiriyorum. Kendimin saçlarını bebekliğimden başlayarak okşuyor, tarıyor, öpüyor ve örüyorum. Sonra kendime puding yapıp, sokaklarda avazım çıktığı kadar bağırarak şarkı söylüyorum. Gözlerim doluyor, kendime sarılıyorum. Nazenin kalbimi inciten her şeyde oturup kendimle “ ne oldu?” sorusu üzerine konuşuyorum. Annelik makamının fiziksel olarak doğurmakla değil, şefkatle, merhametle, onaylamakla ve kendin olmasına izin vermekle çok daha bağlantılı olduğuna inanıyorum. Kendime merhamet gösteriyor, kendi yaptıklarımın arkasında duruyor, kendim olmama izin veriyorum. Farkediyor ve ilerliyorum. Aksi takdirde ömrüm hep özleyerek geçecek.

 

Tüm bunların olabilmesi elbette kolay değil. Ve zaten bana tutulan aynada hiç kolay olmadığının keşfini kendi gözlerimle gördüm. Korkmanın ve cesaretin aynı yerde olduğu hayatımda şimdi kendi pozumu veriyorum:

Değerli hisselerime gülümseyerek.

 

Nar Ağacı Güzellemesi

İçimdeki acıyı tanıyorum. Uzun yıllardır içime çöreklenmiş olan o büyük acıyı. Kirpiklerimin enstrümanımın telleri gibi titreştiği o büyü...