6 Aralık 2019 Cuma

KOŞULSUZ İNSAN OLMAK - Rabia Görmüş



Günlerden herhangi bir gün. Hepsi özel neticede. Haftalar bölünmüş. Aylar taksim edilmiş, otuz otuz. İnsanların arasına karışıyorum, ruhumla yaptığım bir gezinti bu. Ölmüş hücrelerim için bir şeyin anlamı yoktur, zira yaşayan ve yaşamaya tüm hızıyla devam eden varlığım için toprağa, havaya, suya ve var olan her şeye bir esinti bırakabilirim. Kalbinizle beni takip ettiğinizde satırlarımın arasında kendinize ait bir şey bulabilirsiniz; arayışıma davetlisiniz:
Aylardır üzerinde durduğum bir konu, ağaçların çiçek açma zamanının gelişi. Tuhaf geliyor sahi. Bu yeni bilinmiş bir şey değil ki. Ama insanla bütüncül olarak düşündüğümde, aslında fark ettiğim şu ki; kimliğimin bir ağaca benzemesi gibi kendimi çiçek açma zamanımda hayal ediyorum. O gün geldiğinde kayıtsız şartsız mutlu olacağıma inanarak yaşadığımın farkındayım. Ya o gün gelmezse diyemiyorum. Hatta gelmek istemeyeceğini hiç düşünemiyorum. Niye gelmesin ki, benim gibi muhteşem bir varlığın hücrelerinde çiçek açması olağan üstü bir şey. Oysa zaman çok karanlık. Oysa insan her bir anını farklı türden duygularla bezeyerek koşuyor. Koşuyorum. Koşuyoruz. Her şeye yetişmeye çalıştığımız bir çağda üzerimize nasıl karabasanların geldiğini bile bile yaşıyoruz. İfade etme özgürlüğüne sahibiz. Aktarıyoruz. Kendimizi, en biricik varlığımız olan bizi, dışa aktarmak için çırpınıyoruz. Ellerimiz  tam havaya kalkıyor ki, bunu bir tehdit gibi düşünün, çok öfkeliyiz. Bunun adı isyan. Gelmiyor işte. Gelmesini beklediğimiz, gelsin diye günleri, haftaları, ayları bölüştürdüğümüz o mutluluk anı ya da adı her neyse o beklediğimiz gelmiyor. Kalbimizde hissettiğimiz o büyük acı bize şekil veriyor. Duygularımız o şeklin içinde bir bir yerini alıyor. Kızıyoruz, öfkeleniyoruz, ‘tamam bu son’ diyoruz ama yine de bekliyoruz. Sakinliği, bir baharı bekler gibi, susuzluktan kurumuş dudaklar gibi bekliyoruz. İsyan, kabımıza sığdıramadığımız kendimizi o kapdan  dışarı atma şeklimiz. İsyan, böğüre böğüre herkes duysun diye ruhumuzun avazının çıkması hali. İsyan, ‘kaderde bu mu var’ diye sorgu mahkemelerinde bilinçaltımızı deşifre etme şeklimiz. Bir davulun son sesi, bir tokmağın son hali. Ritmi tutulmamış tüm tınıların notasızlığı. Arayışın kabulü görememesi. Uzak ihtimallerin göğsünde uyuma arzusu. İsyan, o dakikadan sonra bir daha görülmemiş mutluluğun çamura bulanmış tarafıdır. Çoğumuzun haksızlık odalarındaki evinde çığlık harbidir, isyan.
Şimdi birden güneşin gözünüzü aldığını düşünün. Elleriniz yine havada. Bu defa ışıltıdan. İnsanın sakinliği beklemesi, aslında insanın sürekli olarak bir şeyi beklemesi, onda daha çok harbe neden oluyor gibi düşünüyorum, son zamanlarda. Ayların geçtiğini ve güneşle beraber kimliğimizde açmaya başlayan çiçeklerin açtığını düşünün. Her kavganın sonunda bir sükunet, bir yorulmuşluk. Bir de dirilmenin heyecanı var. Her şeyin bir ritmi ve notası var. Düşünüyorum da; insanın hali evrenle nasıl da güzel paralellikte.  Mevsimler gibi insanda. Güzelliğin geleceğine teslimiyetini artırdığında süzülerek isyandan teslimiyete geçiyor. Kabule, herhangi bir koşul olmaksızın kabul etmeye, geçiyor.

İnsan kendine yabancılaşmışsa eğer, bunu dışarıda iyileştirmeyi beklememeli... Süreç çetin, insan eşrefi mahlukât.
Hem ne diyor şair:
kırbaçlayarak büyüttüğüm ağrıyı bırakıyorum
bana ne çerçilerden, çerilerden, kullardan
halksa kal'am onu kal'a kılan benim
boşanır damarlarıma yılların kahraman gürültüsü
çünkü kavganın göbeğidir benim yerim.* *(evet isyan - ismet özel)



29 Mart 2019 Cuma

HAZ ve MANAWEE

Hazzın hapsi. 
Yanan gözlerime nefesinin buharından üfle. 
Sonra yoğrulmamış bir öfkenin katıksız halinden beri dur. Beni durdur senin hazzının ötesinde. 
Kimseye söyleyemediğim bir sır olsan misal;
sürekli perde arkasında durup manawee diye sayıkladığım...
Offf! Gülüşünü çizerim ben. Nefesinle beraber göğsüme gelen gülüşünü. 
Ben. Bir ilkbaharın bedenime nasıl gün aydınlandığını. 
Nefesime akan sözcükleri çizerim ben; doruğa akan ırmakların seslenişini.
Koşan atların. Dalan yunusların. 
Ruhuma işleyen bakışını içerim ben; 
Bağıra bağıra sahasına girilen günün aydınlığını. 
Koşarak maviye bürünen bir kuşun kanadını takarak, şarkısını söylerim gelişinin. 

Gelişinin içkisiyle kutsarım ayı, güneşi ve dünyayı. Kalbinin ritmi gibi bir şelaleden bakarım evrene. Sonra kendimle doldurduğum bir şampanya olur ellerindeki.

Nar Ağacı Güzellemesi

İçimdeki acıyı tanıyorum. Uzun yıllardır içime çöreklenmiş olan o büyük acıyı. Kirpiklerimin enstrümanımın telleri gibi titreştiği o büyü...