26 Aralık 2020 Cumartesi

 

 

ÜÇ KAPI

Kulak tırmalayan ve ağırca ilerleyip ortalığa yayılan bir ses duyuyorum. Gözlerimin kısıklığına taş zeminin soğukluğu ekleniyor. Bir filmin ağır aksak ilerleyen sahnesinden esinlenmiş gibiyim. Gövdem, senaryosu zamansız yazılmış bu hikayenin ilk sahnesini aydınlatır gibi… Sessizliğimi etrafa yayılan gıcırtıya katarak açılıyorum. Açılıyorum. Çünkü tüm gücüm bundadır. Tüm gücümü buna vererek doğruluyorum, karşımda üç  yol… Üç karar… Üç kapı…

Hayat,  hangi kapıdan girsem, bana değişik sürprizler sunacak bir yol haritasıdır. Bedenimin ağırlığı gitgide çoğalıyor, yaş aldıkça, ağrılarımı iyileştirmeye çalıştıkça; bedenim bir borcu öder gibi ruhuma  eşlik ediyor. Doğumumu anımsıyorum, güvendiğim yerden zamana nasıl meydan okur gibi baktığımı. Daha dün gibi… Anlamak… Bir parçadan kopmak... Bir parça olmak…

İnsan bilmediğinin yabancısıdır. Görmek, bilmek, anlamak isterken bir yandan da korkmak, ürkmek, cesarete bürünmek ister. Ve ben dünyaya bir şarkının nasıl söylendiğini bilmek için gelmiş olabilirim. Ve ben dünyaya bir resmin neden çizildiğini bilmek için gelmiş… Ve ben dünyaya alınan nefesin niçin verilmesi gerektiğini anlamak için gelmiş olabilirim.. Aldığım tüm kararların toplamıdır, hayat…

Üç kapı. Birini seçmek ya da taş zeminde öylece durmak benim elimdedir. Açılmak, çözülmek, yeniden doğmak benim elimdedir. Hangisini seçersem diğerlerine haksızlık etmek düşüncesi benim algım…İçeriye kimi alacağım ve içeride ne yapacağım da benim alanım… Ve sunulmuş bir armağanı hakkıyla söylemek, hakkını vererek yaşamak ve bilmediğini tanımak bir seçimdir. Şarkı söylemek, resim çizmek ve attığın adımla tanışmak bir seçimdir. Ama şimdi tüm bunları bıraktığında, geriye kalan bir şey var, o da: kendin olmak.

Vakti geldiğinde hangi kapıyı seçtiğim ve hangi şarkıyla dans ettiğim de bilinir…  

26.ARALIK.2020

RABİA GÖRMÜŞ



ins: @rabiagrmsphotography

24 Aralık 2020 Perşembe

DİKKAT ELLERİM

 


Her sabah asılı duran yüzüm aynada, alıp durduğum boyalı maske
Rimel, kalem, öğretilmiş badana ve akması için hazırlanan yaşlarım
Yirmi, otuz, kırk, elli yaşlarımı birer birer değiştirdiğim
O telli turna alevleri, mavi mavi bakarken cama
Buğulu titrek ellerimle çizer dururum, martı resimleri
cam uğultusunu yitirir, ben kendimi
Kirlenmiş bir çift görsem sokakta, siyah görsem mesele değil
O çocukların nereye gittiğinden şüpheyle bahseden kadınlar
Gurur duyduğum paspasıma baktılar, görmüş olmalıydınız.
Nasıl tırmandığımı askıya, bıçak kesildiğimi perdeye ve kestiğim tenim değil o an
kestiğim ağır yaralı bıraktığımdır benim. başladığımı bitirmem an meselesi.
Asla değildir, sayın neşe kaynaklarım, benim sevgili düşsel oğullarım bile var hatta
Siyah beyaz hep nostalji, 'aa manyak bu' dedirten poz daha akıllı çıktı fikrimden
Dikkat deli var!

dikkat deli, arabesk dikkat, dikkat ellerim dindirilmeyen
Denden gece, tekrar edilirken denden, birleşen koyun koyuna hislerim
Ha ağladı, ha ben nere gideceğimi bilmeyen kuzu.
Kalbimden fırlatılmış gibi hissediyorken kendimi, biri günaydın diyor
Şakaklarıma doluşuyor zil sesi, taksi beni bağırıyor
Gecikmiş miyim, yoksa hayat mesaisini erken mi başlatıyor?
Zihnim hayretine koruyucu takmış, filtreli içecek
Unutuverdiklerim varsa kabullensinler, bu rüyanın ikinci bölümü de gelecek.
Var oğulcuğum, senin doğmana daha birkaç sene var,
Bir hayali ikiye bölerek alıyorum hesaplarını, veriyorum coşkuyu
Bir dirhem bir çekirdek var acıdan kalma,
Korkaklık desen tık yok adamda, benim iktidarsız korkaklığım
Senet imzalatıyor duş almış kadınlara
Boynuma doluyorum, bir üşümek bir üşümek
Zır deli kareli gömlek, pütü pütü cırtlak cırtlak
tütü nazar değecek, tütü bilmem kaç bin kez omo.

gözde aranan şefkatleri bir yana bırakıp,
sokaklar doluşuyor farlar, izler, istemdışı düşünceler
doğruluğunu yitirmiş bir levha bulmaktan önce
kuş sesini yitirmiş, köpek uluya uluya ayla çay içmekte
ve gözüm terkedilmiş bir sokak karesinde
ışık kayboldukça, gölgem ıssızlaşıyor, küçülüyoruz hep birlikte
adamımın dudak izi olgunlaşıyor, ben az ileride bekleyen otobüs yolcusu
bir kaç saniyemizi alabilir beklemek
az beklenilen uzun yolculuklardan sonra

20 Aralık 2020 Pazar

PENCERE

Pencereme gökyüzü değince
ve içimde bir tutam şiirle
kaldım, duraklarında mısralarımın
hani, satır başında bir boşluk
hani, kelime aralarından çıkıp geldiğin kapılar
sana en çok buralardan bağlandım…

Sarıldığında pencereme bulutlar
ve gün akşamı devirdiğinde odama
durdum, beklemekte olan cümleler dolusu satırlarıma
baktım, iki adımdan sonra gizli özne
baktım, yumuşuyor heceler
sana en çok buralardan tutuldum…

Penceremde kendimi gördüğüm gece
seni gözlerinden tanıdığım ilk gece
ve buram buram sorguladığım  bir gece
hani, tütün kokan ellerimde yağmaladığım hece
hani, uzun uzadıya boğuşan tutkulu mısraların
bir boşluğa ağır aksak gidişi
beni aynaya, beni aynıya, beni sana
sana en çok buralardan sarıldım…

9 Aralık 2020 Çarşamba

MAVİ GÖZLÜ DEV DEDEM

 Dedemin vefatının ardından dokuz yıl geçti. Bugün onu kaybetmenin acısına biraz daha uzaktan bakarken, bana neler kazandırdığını da rahatça görebiliyorum. Çocukluğumun yapı taşı olan dedem, bana bir yandan otoriteyi, gücü, pes etmemeyi gösterirken; bir yandan da şefkati, bilgiyi, ustalığı öğreten oldu. Ustalık demişken aslında hayatta hep çırak olunduğunu…


Dedem inşaat ustasıydı, bileği kuvvetli, cesareti takdire şayan, demir bükücü, beton dökücü… Mavi gözleri gökyüzü gibi, yanaklarının kırmızısı çok yol almış ve yorulmuş bir savaşçı gibi. Aile babası; köyden şehre göç hikayelerini anlatsan saatler sürecek olan bir göçmen. Yedi çocuğundan ikisini kaybetmiş bir baba.

Dedem, anneannemi çıldırtan kurallarıyla evdeki otoritesi bir ülke yönetir gibiydi. Ciddiye aldığı bir yaşam çizgisi vardı, ellili yaşlarından sonra okumayı öğrenmiş ve ilk okul diploması almıştı. Peygamberler tarihini anlatan bir çocuk kitabını okuduğu anımsıyorum.  Geri kalan zamanlarında artık inşaat ustalığı yerini rahlesinde kur’an okumaya bırakmıştı. Eve her gelen onu rahlesinde kur’an okurken bulurdu. Dudakları arap harfleriyle dans eder gibi eğilip bükülen, gözlüğü burnunun ortasında, pür dikkat ve hafif sesli okunan dualar… Dedem… İlk öğretmenimdi.

Uyuduğunda nasıl rüyalara dalıyorsa dışarıdan izlerken gülümsetirdi. Kendisi torunlarını aşırı severdi. Çok severdi. Öyle severdi ki, en çok beni seviyor diyemezdik. Ayırt etmeden, bir ömrü önüne sermiş gibi severdi. Çok dedeydi, çok boncuk boncuktu. Hepimize bir eser bırakıp gitti. Rahmetle anıyorum.

Beni dedem büyüttü. Okuttu. İşe başladığımda gece karanlıkta yolumu bekledi. Evde pek konuşmazdı ama bir gün elinde gördüğüm kitaba bakıp ne okuduğunu sorduğumda Osmanlıca demişti. Onun üzerine kurslara gidip okumaya çalışmıştım. Ama dedemin sözü hep aklımdaydı: “ Kafanı çalıştıracaksın, gerisi kolay” Hatırladıkça gülümserim. Dedem…

Camiden geldiği bir kış günü… Bir gün hatırası kalacak dediğim fotoğrafa bakınca hüzünle sevinç arasında kalıyorum. Dedem… Bu dünyadan sevinci ve hüznüyle geldi geçti… İyi ki benim dedem olarak geçti. Çok seviyorum.

 

Nar Ağacı Güzellemesi

İçimdeki acıyı tanıyorum. Uzun yıllardır içime çöreklenmiş olan o büyük acıyı. Kirpiklerimin enstrümanımın telleri gibi titreştiği o büyü...