24 Aralık 2016 Cumartesi

Dans

Boğazımdaki düğüme
bir daha gelememesi üzerine
övgü....

Sıkıyor,
iğreti duruyor ellerim boğazımda
gözlerini kaçırmamandan anlıyorum
boşluk kıymete biniyor,
bir dalga sesi uzanıyor boynuma
dağ oluyor, zirvesine tırmanıyorum ömrümün
sığ sular uzakta kalıyor
üç nokta koyuyorum çantama
kullanılmamış, tertemiz
etraf maviye bürünüyor

gözlerim her yere izini bırakmış gibi.

acıtan her şeyin aslına dönmesi gibi,
hüzün de geriye dönüyor
zirvesinde ömrümün
nefesimin tıkanmadığı noktada
kendimi izliyorum,
                      dans ediyor.


10 Haziran 2016 Cuma

Kaçış Serüveni


Metne geri dönelim:
Kızıl saçlarından aşağı yuvarlanıyordur bir adam
Keskin uzaklıkların ortak noktasında
Küçük odalardan, kapı aralıklarından çıkan hüznünü
Sığdıramaz bir göğe, bir gök ki, üstüne devriliyordur adamın.
Acınılası.

Kaçış.
İbreleri hep üst üste gelen
Sonra dalganın en küskün haliyken durgunluk
Bir mola verdiriyor kalbine,
Ölüm kere küsmüştür kadın,
Ağzını, kalbini, onurunu bıçak açmaz bir daha
Yılmamış ama kederlenmiştir; kadının dudaklarında
Dua.

Ellerinin bir daha hatırlamak istemediği
Sonra birden gözlerinin de unutmak istediği
Sonra birden o havanın donup kalındığı sur dibi
Sonra yazmaktan uzanılmış fermanlar
Anlatılamazdı, bu şehrin altında yatanlar.

Ney üflüyordu uzaklarda birisi. 

Sahnede dalgın bir çocuk görüyordur hep, kadın
Kendini görüyordur, sonra bildiklerini, sonra geceyi
Bir nevi bağlılık, bir nevi körebe, bir nevi aşk
Susuz kervanların suya serabı olur, aşk.

İnsan bilmez mi kendine verileni?

Ya kendini?

 

3 Şubat 2016 Çarşamba

“BEN GERÇEĞİN TA KENDİSİYDİM”

BEN GERÇEĞİN TA KENDİSİYDİM”
Gitmek istiyordum. Uzak dedikleri yerlerde kendimi bulmaya gitmek. Gece uykusuz bırakan bir sancının eşiğinden, kıstırılmış bir çocukluğun kanatlarından sıyrılarak, rüzgarla dans etmeye gitmek. Süregelen yaşantımda dünya sanki bir hapishaneydi. Adım atsam bu nedir dediğim bir his kaplıyordu tüm benliğimi. Isınamadığım güneş ışığının ısıtabileceğine inandığım bir yerler olmalıydı. İçimi toza dumana bürüyen, iliklerime kan yerine sanki o anlaşılmaz duygunun yerleştiği günden beri, bir şeylerden uzaklaşmak istiyordum.
Günlerden neydi bilmiyorum. Onunla tartışmıştık. Hasta olduğumu iddia etmişti. Gözlerime bakmıyor. Ellerimden tutmuyordu –ki zaten hiçbir zaman tutmuyordu- ve ben eskisi gibi hissetmiyordum ona karşı. Şu anda onun kim olduğunun önemi yok. Yaşama mücadelemi onunla yan yana verebildiğimi düşünürkenaslında tam tersinin olduğunuanladığımdan beri huzursuzdum. Çok sevdiğim insanın yanında çok mutsuz ve umutsuzdum. Vahyin ışığında yaşadığımı zannettiğim halde, neden içimi kemiren kurtlar var gibi hissediyordum. Kocaman çınarlar devriliyordu içimde. Kendi sığınağımda kendimi güçsüz ve perişan hissediyordum.
Arabadaydık, onun bana bakmadan bana yönelttiği “hastasın” kelimesi kendimi duvar gibi hissettirdi. Duvara  vurulan darbeler  nasıl da iz bırakıyordu. Hasta mıydım ben, korunaksızken ona sığınmıştım sadece, sevmiş ve güvenmiştim. En önemlisi inanmıştım. Arabayı durdurdu,  kapıyı açarken titreyen ellerimden değil kalbimden söz edeceğim size. Kalbimin tüm hırçınlığıyla o kapıyı çarparak uzaklaşmıştım ondan. Kendimden uzaklaşmak istemiştim. Kendimi ıslanmış, üşümüş ve savunmasız bir kedi hissediyordum.  Kaldırımda yığılıp kalmadığıma hala hayret ediyorum. 
Yürüyordum. Bilincini kaybetmiş bir delinin hazin sonunu izler gibi dışıma çıkıp kendime bakıyordum. Omuzlarım çökmüş, yüzüm şişmiş, gözlerim ağlamaktan kan çanağına dönmüş bir halde yürüyordum.  Adım atmanın, yolların hiç bitmeyen bir işkence odasına dönüşmesinin, insana olan saygımın yitmesinin, kendime olan nefretimin çözümsüzlüğünün ilkini yaşayan bir ölü gibiydim. Nasıl olur diyordum, emeğinin karşılığını bekleyen küçük bir çocuk gibi, sevmenin de emek verilen bir şey olduğunu iddia ederek, yürüyordum. Karanlık çökmüştü. İçime ve dışıma çöken o karanlığın ne kadar süre beni çaresiz bıraktığını hatırlamıyorum. Ama aydınlığın kendime gelmekle bir alakası olduğunu ve bunun da inançla mümkün olduğunu biliyordum.
Eksilmiş gibi değildim. Odama gireli birkaç dakika olmuştu ki, bir karar verdim. Değişecektim. Daha doğrusu şu ki, hastaysam iyileşecek, değilsem değişecektim.
Bir insanın bir insana en çok ihtiyaç duyduğu şeyin herkese göre değişebilecek bir şey olduğunu öğrendiğim bugün, otuz beş yaşındayım. Yıllar geçmiş gibi hissediyorum.  O günün üzerinden aylar geçti. Ve ben bugün, ağladığım o gecenin kaç tonluk bir yükle o gecede kaldığını ve kendime ne kadar çok haksızlık ettiğimi yeni yeni farkediyorum. İnsan ancak inanırsa bir şeyi düzeltebiliyor. İnsan ancak inanırsa yaşamanın sırrını çözebiliyor. İnsan ancak inanırsa nefes alabiliyor. Ben, bir hiç uğruna yaşamımı zindana çevirmenin ızdırabıyla aylar geçirdim ve sonra farkettim ki ızdırap insanı olduğu halden başka bir hale sokuyor. Ve aslında yaşadığımız hiçbir şey kendimizin dışında gerçekleşmiyor. Ne yapıyorsak kendimize ve kendimizde yapıyoruz. Nedenlerinden çok, olay örgüsünün geçmişle bağlantısını kurduğumda bu oyunun ana temasının “ben” olduğunu farkettim.  Benim izin verdiğim müddetçe bana zarar verebilirdi. Benim izin verdiğim müddetçe bana dokunabilirdi. Benim izin verdiğim müddetçe benimle yürüyebilirdi. 
Tüm hayal kırıklığımı ve kırgınlığımı bir kenara iterek yaşamaya devam ediyorsam, kendimle barıştığım içindir. Ve bundan sonra hiç kimseye kayıtsız şartsız bağlanmayacağımı öğrenmem de artık farkındalık kazandığımın bir göstergesidir.
Dünya hiç kimsenin sana ‘hastasın’ diyebileceği kadar büyük ve kalıcı değildir.
Ve hiç kimse dünyadan medet umarak ‘sağlamlığına ve sağlığına’ güvenmemelidir.

Nar Ağacı Güzellemesi

İçimdeki acıyı tanıyorum. Uzun yıllardır içime çöreklenmiş olan o büyük acıyı. Kirpiklerimin enstrümanımın telleri gibi titreştiği o büyü...