12 Aralık 2013 Perşembe

Platonik Oturum / Rabia Görmüş

anımsamaktan utanç duysam da, hiçbir şeyi unutmak istemem. Senin de, eksik olsun yaşlı canavar, gizemli bıçakların, şişelerin, ayaklarındaki zincirler nasıl bir dost olduğunu ortaya koyuyor. armağanlarını kendine sakla" c.baudelaire

karşı kıyının endişeli sularında benimsediğim bir yalnızlık vardır
uzaktan avuçlarımı gezdirdiğim birçok kelepir duygu örneğin
elime aldığım masalları incelemeden okurken
dalgın bir öğleden sonrayla karşılaştım.
bir puf yastığa gömülmüş oturuyorken
benim de büyük bir yalnızlığım vardır dedim
sadece dedim ve tıkırtı bile duymadan dinleyenlerimi selamladım
mutluluk aşılmaz bir dağı delmekle meşgul olmaktı ferhad için
benim için ise kaburga kemiklerimin kaçıncı kattan atlarsam
kırılacağının hesabını yapmaktı
ruhumun kaç parçaya bölüneceğinin hesabını bile yapmıyordum
birleştiremez, bütünleştiremez, tekrarlanamaz bir yıkım olacaktı kimbilir
baudelaire'in le spleen de paris'ine bir atıfta bulunarak gevezelik ediyordum
isayı gözetlerken buluyordum kendimi, bir de yağmurun güneşle ittifakını
ikisinin umrunda değildim ve değersiziydim ikisinin de.
farkında olmak daha da endişelendiriyordu beni,
bir fotoğrafın gerisinde duruyordum, yalınayak çırılçıplak ve savunmasız
inadına gülümsüyordum ve herkes -aslında hiçkimse yokken bile- gülümsüyordu
flaşlar patlıyordu mayın tarlası içimin derinliklerinde
örümcük ağlarından korumaya aldığım yuvası olmayan sevdamın
beni bir volkan patlamasına hazırladığını sezinliyordum.

bir yağmur damlasının arkamda bıraktığı sesleri duyumsarken
kaçıncı bayram düşlemesini kurduğumu dahi hatırlayamıyordum
iştahsız, biçimsiz, titrek ellerimden kayıp giden geçmişin
ne için, nasıl ve hangi konumda geleceğimde kurgusal düzenbazlıklar yaptığının
haddini hesabını düşünmek bile istemiyordum.

doğrusu,inanmak istemese de, insan olmak istediği yerden hep uzakta
yakın mesafelerin hesabını yapmakla meşgul bir kafatasıdır.
bense sevgili günlüklerimin hepsini yakıp ve hatta
örgümü yeniden biçimlendirip, çıkan saç tellerimden bir bağlam kurarken
içime sinen ayrıcalıklı sevdalardan arınmakla tutuklu olmayı yeğliyordum.

nokta! virgül koyulmamış cümlelerden ilelebet esnek bir hal alıp,
doğrulup ayağa kalkıp
yeniden bir başlangıç yapmayı tecrübe edinenlerin kapısında tokmak olmak meselesi
içimi gıcırdatıyordu.

bilemezsiniz, isanın ellerinde siyah bir gül olmanın sevdayı ne biçimsel düzene soktuğunu.
hiç bilemeyeceksiniz, ağrısı bol ömrün soğukta kalıp kaç dereceye dek üşümeyeceğini.

imkanım olsaydı, bir peri masalındaki prensle yer değiştirip kurbağa olmayı tercih ederdim,
yok kafa karıştırmamaktan ziyade, elimi kana bulamamak amacıyla
ben bir suskunluk seziyorum kendi zihnimde, yıpranma payı zevklerimi pörsüleştirdi.

inanmak istemezken, aslında isanın üzerinde kurguladığım intihar seçenekleri
gözüme pek hoş gelmeye başladığında, terketmeli, noktayı koymalı ve savurmalıydım küllerini...

bir sabah ayazında özgürlük parkının hüzünlü heykelinde elimi çeneme dayayaraktan
sevgilim gözlerini seyrettim, seyrek düşler kurarak, usulca medenice ve kıskıvrak yakalayarak
bırakmadın, inanmalısın aşkın esaretine.
arabeks yaşam moduyla rehavet çöken parmaklarımdan vazgeçip
kendimi diriltme bayramında seni görmek isteyeceğimi
hiç sanmak istemem. istemem beni yorgun düşürüp, sahte kimlik avındaymışcasına
içime duvarlar, ağlama duvarları ören adamın
tırnaklarıymışcasına yırtınmak oralarda.

bir kalbin sahibi olmabilmenin temel kuralı onu iyi ve adam gibi taşıyabilmekten geçiyorken
başka bir kalbe tutulan bu kalbin boyuna kanatan, yaralar açan ve hırpalayan başka bir kalbe bağlanması
a h m a k l ı k t ı r .

-öyleyse nokta konulmalıdır.
-öyleyse merdivenin son basamağıdır
-öyleyse usulca konuşmak kaydıyla
bir iki üç
t ı p

Nar Ağacı Güzellemesi

İçimdeki acıyı tanıyorum. Uzun yıllardır içime çöreklenmiş olan o büyük acıyı. Kirpiklerimin enstrümanımın telleri gibi titreştiği o büyü...