Bir yandan babasının kucağında korunaklı kız çocukları. Bir yandan
anne arketipinin hayatıma tezahürleri. Bir yandan boşluk. Koskocaman ve hiç
dolmayan ve yuvarlandığım boşluk. Ellerimi açıp, kollarımı uzatıp ve gözlerimi
de kapatıp etrafımda döndüğümde beni tutan hiç kimsenin olmadığı ve fakat bir o
kadar da güvende hissettiğim boşluk. Güvenin merkezimdekiyle bir alakası
olmalı.
Hızla tüketilen bir toplumda, aynaları bile öyle büyük bir
iştahla kaplıyor ki bedenim. Her gün kendime sorduğum bir soruyla buluyorum
kendimi: “iyi misin?” derin nefes. Nefesime odaklanarak “iyiyim. Ama şuram
ağrıyor” diyorum. Mutlaka bir ağrıya uğurluyorum zihnimi. Bir ağrı bana
uğurluyor iyileşme ritüellerini. Kendin olmakla ve kendinle olmakla
kalakaldığım günlerimde, o hiç farkındalığı olmayan, merkezimden uzakta yaşadığım
günlerimi anımsıyorum. Etrafımın sesi çığlık çığlığa beni boğarken, kalbimin
ritmini dahi duyamadığım “elalem ne der?” kabuslarımda olduğum günlerimi
anımsıyorum. Sahi ne çok yalnızmışım. Bir sürü kalabalık içinde. Ne çok
kimsesizmişim. İhtiyacım olanın ne olduğunu dahi düşünmemişim. Sahi ihtiyacım
neydi benim? Şimdi buldum mu? Bulabilir miyim? İhtiyaç kalbin istediğinde önüne dizilen bir
yemek masası gibi. Ya da burnunda tüten bir eski duygu. Ya da bedenimi ve
ruhumu doyuracak bir nokta. Bir atış. Bir akış. Sığındığım heryerden beni
boşluğa çıkartan his. Dönüp durduğum ve sonunda bulduğum “heh şimdi oldu”
pozisyonlarım. Uğuldayan tepelerinde varlığımın ürküp sonra da yeniden “yok ya
o öyle değildir, bir şeye ihtiyacım var” deyip farkettiğim zamanlarım. Sahi
mümkün mü tam olmak, tamamlanmak? Belki de tamamlanmak diye bir şey yokken
zihnim “vardır vardır” diyordur. Tüm bunları bana kim öğretti. Durmadan
döndüren beni ne, hangi duygu? Özlem duydurtan, yutkunduran, rüyalarıma giren
şey ne? Hangi duygu?
Körebe oynadığımda kikirdeyenlerin soluklarından kulağıma
ilişenler gibi, gözlerimi kapatıp hayatın oyununa kendimi kaptırdığımda,
varlığımındaki coşkuyu “yoklukmuş” gibi algılamaktan kendimi azad ediyorum.
Kendimi azad ediyorum. Yoksun yaşadığım baba kucağından
kendimi özgürleştiriyorum. Kendimi kucağıma alıp dilediğim yere götürebilecek
ve gün batımını izleyebilecek yetiye sahip zihnime teşekkür ediyorum. Aksi
takdirde ömrüm hep acıyarak, üzülerek, hayal kırıklığıyla geçecektir.
Farkediyor ve ilerliyorum. “Gölgesi yeter” dedikleri tabiri geri dönüştürüp aslıma
rücu ediyorum.
Kendime şefkat gösteriyorum.
Yoksun yaşadığım anne varlığından
kendimi özgürleştiriyorum. Kendimin saçlarını bebekliğimden başlayarak okşuyor,
tarıyor, öpüyor ve örüyorum. Sonra kendime puding yapıp, sokaklarda avazım
çıktığı kadar bağırarak şarkı söylüyorum. Gözlerim doluyor, kendime
sarılıyorum. Nazenin kalbimi inciten her şeyde oturup kendimle “ ne oldu?”
sorusu üzerine konuşuyorum. Annelik makamının fiziksel olarak doğurmakla değil,
şefkatle, merhametle, onaylamakla ve kendin olmasına izin vermekle çok daha
bağlantılı olduğuna inanıyorum. Kendime merhamet gösteriyor, kendi
yaptıklarımın arkasında duruyor, kendim olmama izin veriyorum. Farkediyor ve
ilerliyorum. Aksi takdirde ömrüm hep özleyerek geçecek.
Tüm bunların olabilmesi elbette kolay değil. Ve zaten bana
tutulan aynada hiç kolay olmadığının keşfini kendi gözlerimle gördüm. Korkmanın
ve cesaretin aynı yerde olduğu hayatımda şimdi kendi pozumu veriyorum:
Değerli hisselerime gülümseyerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder