24 Ekim 2024 Perşembe

BANA ELLERİNİ VER

Ellerinin kıvrımlarına şaşkınlıkla bakan kadına döndü, “nasıl istiyorsan öyle. Aptallık kime göre, neye göre…Kendi yaratımlarımızı zihnimiz kurguluyor ve biz oynuyoruz. Bize adeta bir kuklaymışız gibi, neyin iyi, neyin kötü, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu gösteriyor. Kendi hayat sorumluluğum benim elimde ve buna yalnızlık dersem yanlış olur. Aynı frekansta olmadığımız onlarca insanla bir arada olmayı seçmek de büyük bir yalnızlık olmaz mı?” diye sordu.

Kalabalıklar içinde yapayalnız olan kadın, adamın cümlelerini düşünerek pencereden geçen buluta baktı. Az sonra o da yerinden kalkacak ve bulut gibi dönecekti kendi iç dünyasına. Ama şimdi, önünde duran hafif açık çayına bakıp, incelediği parmaklarını kuruyemiş tabağına uzattı. Kavrulmuş badem, kaju, fındık, fıstık ve kenarlarında alman çikolatalarıyla süslenmiş tabaktan sadece bir adet badem aldı. Dudaklarına değen tuzun getirdiği o hisle kavrulmuş bademi ağzına sakinlikle ve hissederek attı. Bazen çok büyük olmasına gerek olmayan bir “durma pratiği” idi bu. On yaşındaki yeğeniyle yaptıkları zeytin yogası pratiğini anımsayıp gülümsedi. Zeytinin tadının ilk defa daha farklı ve daha özenli aldığı o anı anımsadı. Oradan yaz geceleri ateş böceklerinin seslerine ve uzaktan gelen denizin kokusuna gitti zihninde. Bak işte zihnimiz nasıl oyunlarla bizi oradan oraya götürüyordu, az evvelki konuşmayı anımsadı. “Eskisi gibi değiliz, yalnız hissediyorum, aptal gibiyim”

Özlüyordu kadın. Neyi özlediğinin farkında değildi ve saçlarına götürdü ellerini. Saçlarını okşayarak parmak aralarından geçirdi, elektriklenen saçlarını toplar gibi bir araya getirip saldı. Adamın uzandığı dışı deri kaplı kupanın içinde demli bir çay vardı. Bir yudum alıp tekrar koltuğa yaslandı. Ve devam etti: “nasıl istiyorsan öyle. Bazen olmaz sanırsın, seni anlıyorlardır ama sana yardım edemezler. Aynaya baktığında manyak bir adam görürsün, ya da kadın. Aynada kendini tanıyamaz, kendine zaman ayıramadığın için dertlenir ama bir şey yapamazsın. Tüm dünya bir araya gelmiş seni çekiştiriyordur. Izdırap içindesindir, borçlar, sorumluluklar, yaşayamadığın aşklar ve beklentiler. Hele ki ortası yoksa duygularının, ifrat ve tefride gidiyorsan tehlikedesindir. Seni ele geçiren duyguların esaretinde zifiri karanlıkta debeleniyorsundur. Burada da kendi hayatının sorumluluğunu almak durumundasındır. Akşamın sabahı vardır, derler. Kalabalıkların içinde yalnızlıklar, yalnızlıklarda kalabalıklar. Matruşka.” diyerek kadının burnunu okşadı ve gülümsedi. Kadın burnunun okşanmasından hoşlanmıyordu ama söylemedi. “Özlediğinin farkındayım, ben de seni özlüyorum. Hayat koşullarımızda özlemek de sevdaya dahil” dedi adam. Masadaki tabaktan çikolata alıp gülümseyerek keyıfle kadına baktı. “Ye” dedi. Kadın omuzlarını silkti ve narin bir edayla “beni neden yalnız bırakıyorsun?” dedi. Birkaç dakikadır anlattığını düşünüyordu adam ve aynı yerde duruyordu kadın. Kuruyemişler aynı dolulukla masada, çaylar biri açık biri demli. Radyoda çalan “bana ellerini ver” şarkı sözleri ile sustular.

Bir süre sonra kadın adama yaklaştı ve “bana ellerini ver” dedi. Adam uzun parmaklarının arasında duran narin parmakları okşadı. “Süregelen bu koşturmacada bu anların önemi çok derin.” Dedi. Dışarıda hava soğuktu ve evlerinde olmanın mutluluğuyla birbirlerine baktılar. “Hayat aynı yerde farklı düşüncelerin harmanlanmasıyla oluşan bir senfoni gibi” dedi adam. “Sanıyoruz ki hepimizin hayatı kendimizinkinden daha muhteşem. Kendi yanılsamalarımızda kendi aynamızdan bakarak bir hayranlık duyuyoruz. Karşımızdaki ilişkilere, iletişimlere, bakışlara, fikirlere… Oysa ne kadar da birbirimizin farklı versiyonlarıyız. Parmak izi gibiyiz şu dünyada. Dolayısıyla sen benim biricik parmak izimin biricik sevgilisisin” dedi. Kadın parmak uçlarına bakıp “sinyalleri doğru okuduğunda seni ele geçiren o ağır yükten ya da yalnızlık hissinde sağaltmış oluyorsun ruhunu. Yalnızlığın, özlemenin, kırılmanın arkasındaki dinamiklerin endişe vericiliğine bakıyorum. Sonra olanın bu durumu kabul etmekle sağaltılabildiğini gözlemliyorum.” Dedi. Adam püs dikkat dinliyordu. Sonra sıradaki şarkıya geçti radyo: “dönüp dolaşıp yine sana geliyor içimdeki her konu” Kadın gülümsedi. Ellerinin kenetlendiği ellere bakarak…

13 Ekim 2024 Pazar

AÇIK KAPI

-Alaçatı notları-
Denizin uçsuz bucaksız izlenebildiği, suyun sükunetle hemhal olduğu, karşı kıyılarda dağların siluetinin bir resim tablosunu anımsattı o yazlık sahilindeydiler. Girilmez ibaresi olmayan fakat halatlarla kapatılmış iskelenin önünde durdular. Arkadaşına “şurada otursak nolur” diyerek baktı, arkadaşı tereddüt etse de ikisi de birbirlerine baktılar ve halatların alt kısmından eğilerek iskeleye geçtiler. Bir yandan denizin içine doğru sıralanmış tahtalara basarken bir yandan gizli bir yol katediyor olmanın heyecanıyla ilerlediler. Şezlonglar yazdan kalma ve nizami sıralanmalarıyla denizi selamlıyordu. İskelenin t şeklini andıran kısımlarından sağında biri, solunda biri oturdu ve gölgeye gelen bakışlarını denize uzattılar. Hem yan yana hem ayrı ayrı yansıyan duygularını izliyor gibiydiler. Kısa süre önce buraya girebileceklerini dahi düşünmemişlerdi ama işte şu an denizin içinde ve şezlongun üstünde bacak bacak üstüne atmış mis gibi tuzlu suyu kokluyorlardı.

Dalga seslerinin eşliğinde rüzgarın sesi, uzaktan geçen motorların sesi, martıların sesi dans ediyordu. Mavi alabildiğince mavi, yeşil alabildiğince yeşildi. En son ne zaman oturup denizi izlemişlerdi, bilemiyordular. Yeşil elindeki kitabın fotoğrafını çekiyordu, buraya girmeyi teklif eden Deniz ise isminin müsebbibi denizin maviliğine dalmıştı.

“Deniz” dedi, Yeşil. Biri geliyordu, yaklaştığını fark ettiğinde artık yanlarında olmasına birkaç adım kalmıştı. Genç adam belli ki iskelede görevli biri idi, Yeşil’le konuştuklarını Deniz duyamamıştı . Deniz bir denize, bir güneşe, bir garsona bakakaldı. Eline yeni aldığı kitabın kapağını açamamış, sadece izliyorken toparlandı ve yanlarına ulaştı. Yeşil teşekkür etti, garson geri döndü yürümeye başladı. Ve Deniz ne olduğunu sorarcasına başını ve bakışlarını Yeşile uzattı. “Burada oturmanın bedeli beşyüz tl imiş” dedi. “E o zaman bize müsaade” dedi Deniz. “Şuradaki çay bahçesinde bir kahve içmeye ne dersin?”

Deniz ile Yeşil iskeleden karaya doğru yürürlerken halatların açıldığını gördüler. Deniz Yeşile bakıp gülümsedi. “Bazen sınırları zorlamak, kapıları açtırabilir miymiş?” diye sordu Deniz. Yeşil tatlı tatlı gülümsedi. Çay bahçesine bakıp “ orada olmak da hayata dahil” dedi. Arkalarında bıraktıkları dünyanın verdiği neşe ile yollarına devam ettiler.

Bir halat nasıl çözülür ve tercihler nasıl dönüşür, bunu deyimlediler.

BAHÇEDE ALTIN SARISI SAÇLAR: Bir Macara Hatıratı

BAHÇEDE ALTIN SARISI SAÇLAR: Bir Macara Hatıratı “Annesi Erken Ölen Çocuklar İçin” Rüzgara koyu renk bir elbiseyle çıkmış ağacın, dallar...