“Ona hak ettiği zamanı ver”
Satırların altını özenle çizdim ve biraz karşısına durup izledim. Ona hak ettiği değeri ver. Son zamanlarda etrafıma baktığımda ‘hakettiği değeri veriyor muyum?’ diye sorguladığım bir takım şeyler oluyor. Ya da bir sanat eseri izlerken, sanatçının aktarmak istediği ile benim algıladıklarım arasında nasıl bir bağ kuruluyor. Bir romanı bir yazara sorduğunuzda belki günlerce uykusuzca bir cümleyi düşünüyor, sabah uyandığında gece yatarken, su içerken, yürüyüşe çıkarken, alışverişte… Ne çok şey var hayatta takip etmemiz gereken ve yapmaya gönüllü olduklarımız ve en çok da haz aldığımız şeylere baktığımda, ‘ona hak ettiği değeri verdiğim’ şeylerle haz aldıklarım arasında karmaşa yaşayabiliyorum. Soluklanıp çerçeveye bakmak çoğu zaman güzel bir yöntem oluyor. Çerçevelendirilmiş taslağıyla baktığımda hak ettiği değeri verdiğim noktasına gelebilirliğimi gözlemliyorum.
Spinoza Problemini okurken Yalom’un anlattıklarından bana aktarılanlar oldukça fazla ve çarpıcıydı. Etkilenerek okuduğum roman, Yahudilikten aforoz edilen Spinoza ve Alman Nazisinde yaşamı boyunca önemli bir yer alma arzusuyla yanıp tutuşan Rosenberg üzerinde gelişiyor. 17. Yüzyılda Spinoza kendine verdiği dürüstlük sözüyle yaşamını şekillendirirken, 20. Yüzyılda Rosenberg biri tarafından görülme arzusuyla kendisini dahi şaşırtacak bir güvenme ihtiyacıyla karşımıza çıkıyor.
“Dünyada kendi vicdanımdan başka bir gücün peşine düşmeyeceğim” diyor Spinoza, kardeşlerinin onu yadırgayan bakışlarıyla karşılaşmış olsa da. Yeteneklerine rağmen değil, yetenekleri sayesinde bu yolu seçtiğini görüyoruz. Ve bir granit gibi karşısında duran kardeşlerinden ayrılacağını bile bile kendi seçtiği yolda ilerlemek adına Yahudi geleneğine göre “herem” denilen aforoz işlemine hiçbir itirazda bulunmuyor. Kısa süren yaşamına baktığımızda da hayatı boyunca yalnız olduğunu görüyoruz.
Ve tabi ki onun aforoz edilmesine sebep olanlardan Franco ve Jacob ile diyalogları üzerine başlarda oldukça duruluyor. Onların Spinozaya soruları karşısında emin cevaplar vererek Tanrı ile olan ilişkisinden bahsettiğini görüyoruz. “Bizim görevimiz, sevgi dolu bir hayat yaşayıp Tanrı’yı öğrenerek mutluluğa şimdi ulaşmaktır” diyor bir yerde. Ve karakterin kader olduğunu, özgürlüğün bir bedeli olduğunu, sorgulamadan körü körüne inanmanın bir hastalık olduğunu öğreniyoruz Spinoza’dan.
Babasının kendisi hakkında bir haham olma hayallerini de suya düşeren biri oluyor ve babasının isteğine itaat etmeyerek onursuzca bir davranış mı sergilemiş oluyor? Bunu sorgularken buluyoruz kendimizi.
Diğer yandan 20. yüzyılda Rosenberg’in arayışlarına eşlik ediyoruz. Öğretmenlerinin, yahudi karşıtı söylemlerinden ötürü kendisine ceza verdiğini görüyoruz ve Alman asıllı Goethe’nin dünyasındaki Yahudi asıllı Spinoza’ya ışık tuttuğu bir ödev oluyor cezası. Hayatta bazen bir yol açılması hali vardır. Bir şeye, başka, anlamsız sandığımız bir şey, yol açar. Bir kapıda diyebiliriz buna. Hiç beklemediğimiz bir anda bir düşüncenin gelişi ve Rosenberg Goethe’ye hayrandır. Ve öğrenir ki, Goethe Spinoza’nın Etika’sını bir yıl cebinde taşımıştır. Bizi parlatan ve bize haz veren, ilham olan yazarların yaşamlarına değen başka fikirdaşların varlığını bilmek kıymetlidir. “Aa bunu o da okumuş mu?” şaşkınlığı diyorum ben buna. Her insanın kendinden hayata kattığı ve hayattan kendine aldığı katkılar bambaşka. Ve birbirimizden ilhamla ne çok şeyden etkileniyoruz, diye düşünmeden edemiyorum. Rosenberg Yalom’un kurgusunda Goethe’nin hayran olduğu Spinoza’ya çok temas edemese de, etkileşimleri olmuş. Ve Rosenbergin abisin yakın arkadaşını yıllar sonra karşısında gördüğünde bir hasreti depreştiğini gözlemliyoruz. Friedrich’in karşısına çıkmasıyla yuva kavramına sarıldığımızı hissediyoruz. Sevilmemeyi, hep bir yabancı olmayı hatırladığını ve aileden olmak için neler gerekli olduğunu bilemediğini fark ediyoruz. Romanda her kahramanın kendi içsel dünyasındaki hesaplaşmalarını ve 17. Yüzyıldaki duygularla 20. Yüzyıldaki duygular karmaşışının içerisinde gelip gidiyoruz.
Yüzyıllara böyle bir eserden bakarken, başta konusu geçen “hak etme” kavramı hakkında çok büyük ilhamlar aldığımı söyleyebilirim. Bir duygunun düşünceye bağlanması, düşüncenin kelimelerle ifade bulması, kurgulanması ve yazıya aktarılması, zamanın kıymetini de bizlere vermektedir. Her emeğinin bir zaman dilimde ortaya çıkışı ve karşılık bulmasının çok kıymetli olduğunu düşünmekteyim. Spinoza Problemi kitabını bitirip masamda kapağını kapatıp tekrar baktığımda bir eserin insana nasıl büyük hazlar verebildiğini görmek ve üzerinde düşünüp konuşmak insanın hem kendisine hem de sanatçıya verilen bir teşekkürdür.
Bir romanın en çarpıcı yönü karakterlerin yaşamlarımıza değdiğindeki tılsımının etkileyiciği olduğunu düşünmekteyim. Bu bağlamda Spinoza Problemi bende şu soruları bıraktığını farkediyorum. Size ilham olması dileğiyle:
Başkalarının etkisinden kurtulmak, dengeyi sağlamak, disiplinli düşünce şekliyle hareket etmek, hayatımın diğer yüzyıllara aktarılabilecek bir olay örgüsüyle neye ve ne şekilde hizmet ettiğini kurgulamak, herkesin kendini bulmaktan geçtiği bir dünyada var olmak mümkün ve olası mıdır?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
BAHÇEDE ALTIN SARISI SAÇLAR: Bir Macara Hatıratı
BAHÇEDE ALTIN SARISI SAÇLAR: Bir Macara Hatıratı “Annesi Erken Ölen Çocuklar İçin” Rüzgara koyu renk bir elbiseyle çıkmış ağacın, dallar...
-
Boşluğa bağırıyorum, çığrından çıkmış uzun koridorlara. Beyaz ve sonsuz yollara bağırıyorum. Olmasını istediğim düzenin hiçbir zaman olmayış...
-
Tane tane sevdiğim şehirden iki güzel geçti. Dün fatihin vatan caddesinde çiçeklerle birlikte yanımda bir güzel, öbür güzele gider iken içim...
-
-Alaçatı notları- Denizin uçsuz bucaksız izlenebildiği, suyun sükunetle hemhal olduğu, karşı kıyılarda dağların siluetinin bir resim tabl...