18 Mayıs 2024 Cumartesi

KİRAZ'IN RÜYASI

Kalkıp doğruldu yatakta. Karanlıkta el yordamıyla telefonunu bulup düğmesine bastı ve saatin 02:43 olduğunu gördü. Henüz bir saat olmamıştı ki yeni uyuyabilmişti. Tüm günün yorgunluğunu bir saatte dindiremezdi. Ama kalbinde bir sıkıntı ile geceyi yokladı ya da gece onu. Zorlandığı dönemlerden geçiyordu. Naif bir sıkıntı biriktirir gibi, içinde deveran eden bir yas duygusu vardı. Kapı çalınsa, telefon çalsa, bir haber okusa ardında bir haber gelecek hissiyle günlerini geçiriyordu. Ailesinden uzakta yaşamasının oluşturduğu o hisse alışmakta zorlanıyordu. Üç yıl olmuştu bu şehre geleli. Üniversiteyi burada okumuştu ama bir süre memleketine dönmüş iş aramış, bulamamış ve sonra yeniden okulunun yamacına sığınmıştı. Okul yılları, öğrencilik anıları, Kerem’in bakışları.
Biri Kerem mi dedi?
Ah evet Kerem’in bakışları, sanki uzun yıllar içinde beslediği bir ağaçtı da filizlenip yeşerip büyüyordu. Çocukluğunda, bahçelerindeki ağaçların gövdesine sarılıp onlarla konuştuğu zamanlar olmuştu. Çeşmeden kova kova su taşıdığı yıllar… Ve sonra babasına ağaca kadar uzayan bir hortum aldırdı. Ağaç gövdesinde uyuduğu ve hatta bir süre “ağaç ev” yaptırmak için direttiği olmuştu. Bir gövdenin heybetinde toprağa temas ederek sırtını yaslayıp az vakit geçirmemişti. İşte Kerem’i sevmek sırtını yasladığı ağacı anımsatan bir histi, onun için.
Ah Kerem!
Tabi ya, dün gece kavga etmişlerdi de eve gelip mutfağa girmiş, tezgahtan su doldururken parmaklarının arasından bardak kayıvermişti. Yere düşen bardağın dağılmasını kendi kalbinin dağılması gibi özdeşleştirmiş ve ağlamaya başlamıştı. Cam kırıklarının yerini can kırıkları almıştı. Ve gözyaşlarına hıçkırıkları eşlik etmişti. Orada öylece durmuş, yere düşen cam kırıklarının ayağına batmaması için dikkatle çıkmıştı. Sabah temizlerdi, nasılsa yalnızlığın ayakları yoktu.
Ağlamaya devam etti, sorgulamaya, düşüncelerinin karanlığıyla bedenini hızalamaya devam etti. Yastığa başını koyduğunda saat üçü geçiyordu. Ve uykuya daldığında dörde gelmişti bile. Sağa döndü, sola döndü, sırt üstü uzandı ve gözleri kapanmıştı.
Rüyasında genişçe bir meydanda hangi sokağa girmesi gerektiğini düşünüyordu. Ayağında hiçbir şey yok ve toprak yumuşacıktı. Rüzgar, nefis bir meltemle bedenini okşuyordu. Burnuna yasemin kokuları ve hanımellerinin kokusu geliyordu. Güllerin kırmızısını gördüğü bir sokağı fark etti. Leylakların olduğu başka bir sokağı. Sümbüllerin morlarıyla kuşanmış başka bir sokak. Lavanta bahçelerinin olduğu iki katlı evlerin sokağı. Kendi etrafında dönerken buldu kendini. Hangi sokağa baksa başka bir çiçek. Ve gitgide kendine doğru yaklaşan sokakların çemberinde ayaklarının toprakta yukarı doğru çıktığını ve köklerinin olduğunu gördü. Elleriyle bedenini yokladı, göğsünde bir pürüz hissetti. Saçlarına uzandı, saçlarının hışırtılarını duydu. Yükseldikçe kuş sesleri fazlalaştı, meltemle saçları daha da havalandı. Kendini kendinin karşısında gördü, elinde bir kova su ayaklarına döküyordu. Ayaklarında ıslaklığını ve yavaş yavaş içine bir ferahlığın dolduğunu hissetti. Lavanta kokulu iki katlı evlerin olduğu sokağa doğru giden kendisinin nasıl da güzel olduğunu fısıldadı rüzgar. Gülümsediğinde kulaklarından, parmaklarından pembe çiçekler açtığını fark etti. Uzaktan bir müzik sesi duydu, belli aralıklarla duymaya devam etti. Kendisini hiçbir sokağa ait hissetmese de bu toprağa ait hissetti. O sırada bir ses duydu: Kiraz, Kiraz…
Uyanmıştı. Ortalık sessizdi, peki ya ona seslenen kimdi? Sabahın ilk ışıklarında saat zili çalıyordu, kaç vakittir ertelemişti kim bilir. Kalkıp bedenine dokundu, rüyasını düşünürken sehpada duran lavantalara bakıyordu. Etrafında döndü, yalnızlığın izlerini yok etti, mutfaktaki cam kırıklarını temizledi. Kendi aynasından kendine baktı. Baktı ve gülümseyerek:
“Hadi kızım Kiraz, bugün yeni bir gün…” dedi.
Telefonu çalıyordu, arayan Kerem’di.

29 Nisan 2024 Pazartesi

GELEN MESAJ

Uzunca zamandır işlediği nakışı sehpanın üzerine bıraktı ve telefonuna gelen mesaja baktı. Yüzü ekşi bir tat almışçasına büzüştü ve kendine bir kahve yapmak için ayağa kalktı. Zihni o kadar bulanmıştı ki, ayağa kalkar kalkmaz ne yapacağını unuttu. Odada şöyle bir gezindi, eline telefonunu tekrar aldı. Ve ilk kez görüyormuş gibi gelen mesaja yeniden baktı. İkinci bakış ilkinden daha hafif bir tesir bırakmıştı.
Terliklerini giydi, hava biraz serinlemişti, Nisan ayına yeni girmişlerdi ama bahar havalarında bazen omuzlarına şal alarak balkona çıkıp havayı solumaktan hoşlanıyordu. Her gün birkaç saat nakışını işleyip biraz balkonda çiçekleriyle sohbet etmekten hoşlanıyordu. Hafif sesi açılmış radyoyu ve sokağın başında şehrin ortasında yalnız kalmış çocukluğunun çam ağacındaki kuş seslerini birlikte dinliyordu. Zamanın gergefe alınmış meselelerini eskisi kadar çok düşünmüyordu. Ama bu şehirden biraz uzaklaşması ona iyi gelecekti.
İçeri girdi, radyoyu kapattı ve uzun süredir düşündüğü tren yolculuğu için başkente bilet aldı. Bu onun hayatı boyunca bu kadar hızlı karar verdiği ilk yolculuğuydu. Geceleri sayarsa altı gün evinden uzaklaşacaktı. Telefondaki mesaja bir kez daha baktı. Ve valizini hazırlamak için odaya geçtiğinde yolculuğuna bir adım daha atmış oldu.
Çantasını sırtına almış, valiziyle trenin içine girdiğinde yan koltuğunun bir bey tarafından alındığını gördü. Şaşırmıştı. Nazik beyefendi valizini yerleştirirken ve trenden inerken yardım edecekti. Yol boyunca rayların doğayla nasıl yarıştığını seyretti. Uzun zamandır kendisiyle yolculuk etmemişti, hem insanın yalnız kendisiyle yolculuğu ne kadar da mukaddesti. Telefonuna hiç bakmadı. Biliyordu ki o mesaja cevap vermeliydi ama kitabını okudu ve yazı yazdı. Yeni öyküler biriktirdiği defterine özensiz ve fakat trenin hızı kadar akıcı edayla kelimelerini dizdi. Bir ara kulaklığını takarak birkaç şarkı dinlediyse de sessiz vagonun ve hızla akan yolun yumuşaklığında kalmak isteyerek kulaklığını çıkarttı. Çok uzakta iki bayanın sohbeti dışında başka bir ses yoktu. Ruhunun karanlığıyla aydınlığı birlikte yol almışçasına trende gidiyordu.
Elini kalbine koydu. Başkente hoş geldim diyerek gülümsedi. İnsanın kendi başkenti neresiydi? Bunu sormadan da edemedi. Varlığının nakış nakış işlendiği gergef hani neredeydi? Susamıştı, bir çardakta oturarak susuzluğunu giderdi. Hiç acelesi yoktu. Kendisine bu birkaç gün edecek değerli insanlar biriktirmiş olmanın mutluluğu içinde elini çantasına götürerek telefonu açtı. Bu defa mesaj aklına hiç gelmemişti.
Birkaç zaman kendiyle çardakta hızlı tren raylarını izleyerek oturdu. Kalbinde sevgisinin apayrı olduğu bir eve konuk olacaktı. Ve insanın sevdiği insanların evlatlarının da o sevgiye dahil edildiğinin şahitliğini yaşayacaktı. Dört yaşındaydı artık bebekleri, pandemi dolayısıyla hiç gelememiş ve hep bir bahanesi olmuştu. İnsan başlı başına bahanelerle dolatılmıştı sanki. Vakti yoktu güzel şeyler için. Çalıştığı yılları aklına geldi. O gergefe ne nakışlar işlemişti yıllarca; kederler, kaygılar, endişeler, öfkeler, kavgalar… Şimdi ise huzur, sakinlik, zamansızlık, sükun ve merhamet…
Dört yaşındaki Nihal’e iki kere kırmızı başlıklı kız masalını anlattı. Uyumaya geçmediği bir akşam ise beyaz kuzucuk masalını uydurdu. Çocukların dünyaları gözlerini dolduruyordu. Masal anlatırken gökyüzündeki yıldızları seyretti. Beyaz kuzucuk masalı kendisine aitti, kendi dünyası Nihal’in dünyasıyla karıştığında bambaşka bir enstantane oluvermişti. Gülümsedi. Bir gün birlikte Ankara Kalesine çıktılar dostuyla. Ankara kalesinden evvel kedi korkusuna rağmen arkadaşının evinde kahvaltı yaptılar. Dostluğun biriktirdiği sevginin eşliğinde çayları yudumlamak ve kahveler ve birlikte yapılan makyajlar. “Yakın olsaydık” hayalleri karıştı cümlelerine. Ankara sokaklarında şiir gibi yürüdüler birlikte, alışveriş yapıp yürürken her dakikasını değerlendirdiler sohbetleriyle. Ankarayı güzel yapanın muhabbet olduğuna kanaat etmişti.
Diğer bir gün başka bir arkadaşıyla buluşup, bir gün kahvaltı yaptılar. Bir gün daha çok çok özeldi. Eve her döndüğünde Nihal’in dört yaşının şerefine sarılmalar. Masallar ve çaylar. Film izlemek birlikte. Daha birçok detayla dönüş yolu.
Trene bindiğinde yanında bir ressam oturuyordu. Sakin ve şefkatli. Genç bir adam valizime yardım etti. Tren raylarda dans etti. Ankara içinde ışıldıyordu, resmiyetin hükmettiği Ankara hiç beklediği gibi olmamıştı. Giderken aniden alınmış bir kararla gitti ve dönerken hafiflemiş gibiydi. Evine geldi, yuvasına, yalnızlığına. Nakışı bıraktığı yerde duruyordu. Altı gün evvelki zihni ve elleri yoktu artık. Altı gün önceki kalbi yoktu. Altı gün önceki hisleri dağılmıştı. Telefonunu eline aldı. “Sil” tuşuna bastı.
Yüzünü buruşturduğu mesaj artık orada yoktu.

KİRAZ'IN RÜYASI

Kalkıp doğruldu yatakta. Karanlıkta el yordamıyla telefonunu bulup düğmesine bastı ve saatin 02:43 olduğunu gördü. Henüz bir saat olmamışt...